Geçen gün 4 yaşındaki oğlum Deniz gelip bana bu soruyu sordu. Ben de "Hayır" dedim. Eşim neden doğruyu söylemiyorsun, bu gerçeği bilmeli ve ona göre yaşamalı der gibi bana doğru biraz sert sayılabilecek şekilde baktı. Ama ben hiçbirşey yokmuş gibi konuşmama devam ettim. Aramızda şöyle bir diyaloğumuz oldu.
Ben : Şimdiye kadar yaşamış olan herkes öldü, bu doğru. Ama bu durum bizim de öleceğimiz anlamına gelmiyor. Birisi mutlaka ölüme de çare bulacaktır.
Deniz : Baba ben ölmek istemiyorum
Ben : Ölmek zorunda değilsin. Yapman gereken tek şey ölüme çare bulunana kadar kazalardan uzak durman. Eğer yangınlardan, araba kazalarından veya tehlikeli şeylerden uzak durursan ölmezsin.
Şimdiye kadar hepimiz ölümsüz olan karakterleri sadece fantastik kitaplarda veya filmlerde gördük. Vampirler, zombiler veya süper kahramanlar. Onlara ait olduğunu düşündük ölümsüzlüğün. Hepimiz ölümlüydük ve Zincirlikuyu mezarlığının girişinde de yazdığı gibi "Her Nefis Ölümü Tadacaktır". Bizim için bir kabullenme noktasıydı bu. Tasavvuf bakış açısında olduğu gibi tek bir ölümsüzlük vardı ve o da ölümden sonraya aitti. Sonsuz bir hayat ancak orada bekliyordu bizleri.
Ölüm fikri hepimizi korkutuyor ama cesur davranmaya çalışıyoruz, en azından benim durumum tam olarak buydu. Bu kötü fikre kendimizi ikna etmek için de birçok cümle kuruyorduk. "Tabii ki o kadar uzun süre yaşamak istemem", "Dünya çok kalabalık, o kadar insan ne yapacak", "Dünya sıkıntılarla dolu" ve daha neler neler. Kendimize itiraf edemiyorduk, hatta hala da edemiyoruz. Ne de olsa "İnsaoğlu doğar, büyür, yaşar ve ölürdü"
Oysa insanoğlu özellikle son birkaç bin yıldır diğer hayvanlara göre çok şanslı bir canlı. Eceliyle ölmek diye bir kavram var ve bu kavram sadece insanlara ait. Doğadaki neredeyse hiçbir hayvan eceliyle ölmez. Genç ve sağlıklıyken şansızlık ya da gereksiz cesaret göstergeleri sebebiyle ya da hastalıklı, sakat, yaralıyken zayıfığından ötürü başka bir hayvanın yemeği olur. Çoğu zaman da canlı canlı yenmeye başlar. Doğada her canlı bir besin zincirinin bir halkas?? olarak yaşar. Sadece insanlar bu besin zincirinde kendisini dışarı çıkartmışlardır. Evrimsel avantajları ile kendilerini en üst halkaya çekerek başka bir canlımın yemeği olarak ölmekten kurtulmuşlardır.
Eskiden çook uzun yaşarmış insanlar diye bir söyleme inanan yoktur artık sanırım. Çok da eski değil, bundan yüz yıl kadar önce bile ortalama insan ömrü 40-50 yıl civarlarındaydı. Teknik olarak daha fazla yaşamamıza da ihtiyaç yoktu. 40 yaşımıza geldiğimizde gözlerimiz yakını görmemeye başlar, metabolizma yavaşlamaya başlar. 50 yaşımıza geldiğimizde prostat ve benzeri yaşlılık hastalıkları ve sonra katarakt ile körlüğe doğru giden bir ölüme hazırlık içindedir insan bedeni. Doğa açısından 40 yıl bir insanın yaşaması için yeterliydi. Bu süre içinde yetişkin olup çocuk doğurup onların bakımını ve büyümesini sağlayabilirdi. Yani soyunu devam ettirebilirdi. Daha fazla yaşamasına ve doğanın dengesini bozmasına ihtiyaç yoktu. Ama biz tam bu noktada doğaya hile yaptık. Onun kurallarını bozduk ve öncelikle tıp olmak üzere birçok teknolojik gelişmeyle ortalama insan yaşını arttırmaya başladık.
Önce temel problemleri yok ettik. Basit operasyonlarla katarakt ,prostat, yakın görme problemi gibi sorunları çözdük ve insanların daha uzun süre aktif yaşama şansını oluşturduk. Hastalıklara çareler bulup ortalama yaşam süresini gittikçe arttırdık. Her sene ortalama ömür 2-3 ay kadar uzuyor. Ve bu gittikçe artarak uzuyor. Yani muhtemelen 5 yıl sonra her sene 4-5 ay uzayacak. Bazı bilim adamlarına göre ortalama 20 yıl içinde her sene 1 yıl uzayacak. Yani artık ölüm olmayacak.
Birçok problemi de yanında getirecek bir ölümsüzlük bu, mesela birkaç tanesi şunlar olabilir
Ölümsüzlük çok da iyi birşey değil mi acaba. Ölüm hala ölümsüzlükten daha iyi bir alternatif mi.Kesinlikle değil. Çünkü bu problemlerin hepsi bizim şu anki düşünce şeklimizle bize problem olarak görünen şeyler. Gerçekte böyle olmayacak. Ortalama ömür gerçekten uzayacak ama çok daha farklı çözümlerle gelecek ölümsüzlük.
Yaşlanma denilen şey aslında eskime kavramıdır. Derimiz eskidikçe sarkar, ya da karaciğerimiz eskidikçe fonksiyonlarını yitirmeye başlar. Bu eskimeler bir arabayı hatırlatıyor bana. Bir arabanın kaportası ya da aküsü eskidiği için arabayı mezara gömmeyi düşünüyor muyuz. Kesinlikle hayır. Eskiyen parçayı yenisiyle değiştirdiğimiz zaman tamamen yenilenmiş oluyor. Tüm organlar yapay ya da doğal yollardan organ fabrikalarında üretiliyor olacak. Biz de bu organları alıp yedek parça edasıyla kendimize taktırabileceğiz.
Öyle 5-10 yıllık kuşak çatışmasından bahsetmiyorum. Bundan 30 bin yıl önce yaşamış olan Neandertal bir akrabamız bize ne kadar vahşi ve yetersiz geliyor değil mi. Aynı duruma düşeceğiz. Çünkü bundan 30 bin yıl sonra doğacak olan kişiler de bize aynı şekilde bakacaklar. Onlarla aynı zamanda yaşayacak, aynı binalarda çalışacağız. Homo Erectus ya da Homo Sapiens'i saymıyorum bile. Onlarla aynı binada bulunmak bile istemezsiniz sanırım.
Eski bilgisayarlarımız bize çok yavaş ve kullanışsız geliyor ve onları atıp yenilerini alıyoruz, değil mi. Bilgisayarlarımızı atarken içindeki bilgileri ve programları bilgisayarlarla beraber atmıyoruz, bir yere kopyalıyoruz ve öyle atıyoruz. Bedenlerimiz eskidiği zaman belki bizler de aynı şekilde bilincimizi alıp başka bir bedene aktaracağız ve eskimiş bedenimizi atacağız.
Genlerimiz bize birçok zayıflığı da beraberinde getirdiği için belki bu zayıflıklardan kurtulan ve çok daha güçlü ve dayanıklı genler ile donanabiliriz. Hiç uyuması gerekmeyen , çok hızlı koşabilen, yüzebilen, uçabilen ve hatta nefes almadan yaşayabilen insanlar yaratabiliriz. Bu sayede ileride farklı gezegenlere ve atmosferlere adapte olacak insanlar yaratabiliriz.
Sen Ne Düşünüyorsun ?